Makaleler

Bilinçli Taksir

Bilinçli Taksir

Bilinçli Taksir: Dikkatsizliğiniz Sizi Suçlu Yapabilir

Bilinçli Taksir Nedir?

Bilinçli taksir, bireyin eylemlerinin olası zararlı sonuçlarını öngörmesine rağmen, bu sonuçların meydana gelmeyeceğini varsayarak gerekli özeni göstermeyi ihmal ettiği durumlardır. Bu, trafik kazalarından iş yerindeki güvenlik ihlallerine kadar geniş bir yelpazedeki davranışları kapsayabilir. Peki, bu sizin veya sevdiklerinizin başına gelirse ne yapmalısınız?

Gerçek Hayat Örnekleri ile Bilinçli Taksiri Anlamak

Hukuk pratiğimizde karşılaştığımız gerçek olaylar, bilinçli taksirin ciddi sonuçlar doğurabileceğini göstermektedir. Örneğin, aşırı hız yapan bir sürücü, olası bir kazanın farkında olmasına rağmen, güvenli sürüş kurallarına uymayı ihmal ederse, bu bilinçli taksir örneği olabilir. Bu tür davranışlar, sadece maddi zararlara değil, aynı zamanda yasal yaptırımlara da yol açabilir.

Sıkça Sorulan Sorular

  • Bilinçli taksir suçu nasıl ispatlanır?
  • Bilinçli taksirle ilgili yasal süreç nasıl işler?
  • Bilinçli taksirden kaynaklanan bir davada tazminat alabilir miyim?

Bu sorular ve daha fazlası için web sitemizde yer alan detaylı kılavuzumuzu inceleyebilirsiniz.

Bilgilendirici İçerikler ve Analizler

Hukuki süreçler karmaşık ve zorlayıcı olabilir. Bu nedenle, bilinçli taksirle ilgili güncel yargı kararları, mevzuat değişiklikleri ve etkili savunma stratejileri hakkında düzenli olarak yorumlar ve analizler yayınlıyoruz. Bu içerikler, hukuki durumunuzu daha iyi anlamanıza ve haklarınızı korumanıza yardımcı olabilir.

Ücretsiz Danışmanlık ve Değerlendirme

Eğer siz veya bir yakınınız bilinçli taksir nedeniyle mağdur olduysa, durumunuzu değerlendirmek ve mümkün olan en iyi sonucu elde etmek için nasıl hareket edebileceğinizi öğrenmek üzere bizimle iletişime geçin. İlk değerlendirme ve danışmanlık hizmetimiz ücretsizdir.

Bize Ulaşın

Bilinçli taksir konusunda endişeleriniz veya sorularınız varsa, deneyimli hukuk ekibimizle iletişime geçmekten çekinmeyin. Hukuki haklarınızı korumak ve size en uygun çözümü sunmak için buradayız.

Bu konuda Yargıtayın yerleşmiş içtihadı şu şekildedir:

T.C.

YARGITAY

CEZA GENEL KURULU

E. 2015/12-239

K. 2018/321

T. 3.7.2018

* TAKSİRLE BİRDEN FAZLA KİŞİNİN ÖLÜMÜNE NEDEN OLMA ( Sanığın Kendi Yönetiminde ve İçinde Akrabalarının Bulunduğu Minibüsle Kaza Yaparak Kendi Kızının Annesinin İki Kardeşinin Kardeşinin Eşinin Yeğeninin ve Halasının Ölümlerine Sebebiyet Verdiği - Sanık Hakkında Taksirli Hareket Sonucu Neden Olunan Netice Münhasıran Failin Kişisel ve Ailevi Durumu Bakımından Artık Bir Cezanın Hükmedilmesini Gereksiz Kılacak Derecede Mağdur Olmasına Yol Açmışsa Ceza Verilmez Maddesinin Uygulandığı/Bozma Nedeninin Kaldırılması Gerektiği )

* SANIĞIN TAKSİRLE AİLE BİREYLERİ VE AKRABALARININ ÖLÜMÜNE YOL AÇMASI ( Sanık Hakkında Taksirli Hareket Sonucu Neden Olunan Netice Münhasıran Failin Kişisel ve Ailevi Durumu Bakımından Artık Bir Cezanın Hükmedilmesini Gereksiz Kılacak Derecede Mağdur Olmasına Yol Açmışsa Ceza Verilmez Bilinçli Taksir Halinde Verilecek Cezanın Yarıdan Altıda Bire Kadar İndirilebileceği Maddesinin Uygulandığı - Anılan Maddenin Uygulanmaması Gerektiği Yönündeki Yargıtay Bozma Nedeninin Kaldırılması Gerektiği )

* EK SAVUNMA HAKKI VERİLMEDEN HÜKÜM KURULMASI ( Sanığın Eylemini Taksirle mi Yoksa Bilinçli Taksirle mi Gerçekleştirdiği ve Sanığın Eylemini Bilinçli Taksirle Gerçekleştirdiği Sonucuna Ulaşılırsa Sanığa Ek Savunma Hakkı Verilmeden TCK'nun İlgili Maddesinin Uygulanmasının CMK'na Aykırılık Oluşturup Oluşturmadığına Dair Uyuşmazlık Konularının Değerlendirilmediği - Özel Daire Bozma Kararı İsabetli Olduğundan Yargıtay C. Başsavcılığının İtirazının Reddi Gerektiği )

5237/m. 22

ÖZET : Dava, taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma sunuça ilişkindir. Olayda, sanık kendi yönetiminde ve içinde akrabalarının bulunduğu minibüsle kaza yaparak çok sayıda akrabasının ölümüne neden olmuştur. Kendi kızının, annesinin, iki kardeşinin, kardeşinin eşinin, yeğeninin ve halasının ölümlerine sebebiyet verdiği için çok büyük bir üzüntü yaşadığı dosya içeriğinden açıkça anlaşılan sanığa, verilecek hiç bir cezanın, kendi vicdanının vereceği cezadan daha fazla bir etki göstermesi beklenemez. Ölenlerin diğer yakınları ile akrabalık sebebiyle sık sık bir araya gelmesi kuvvetle muhtemel olan sanığın zaman içerisinde bu acıyı unutması da kolay olmayacaktır. Taraflar arasındaki akrabalık ilişkisinin her zaman akrabalık derecesi ile orantılı olmadığı toplumda bilinen bir gerçek olmasına karşın, ilgili maddenin uygulanmasını belli derecede yakınlara indirgemenin hakkaniyet ilkesine de aykırı olacağı kaçınılmaz bir gerçek olacaktır.

Yerel mahkemece sanık hakkında, uygulama koşulları oluşan "Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir." maddesinin uygulanmasına karşın, anılan maddenin uygulanmaması gerektiğinden bahisle yerel mahkemece verilen mahkumiyet hükmünün bozulması yönündeki Yargıtay bozma nedeninin kaldırılması gerekir.

Birinci uyuşmazlık konusunun değerlendirilmesi sonucunda, Yargıtay C. Başsavcılığının TCK'nun "Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi halinde bilinçli taksir vardır; bu halde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır." maddesinin uygulanması gerektiğine dair itiraz nedeninin kanunun öngördüğü 30 günlük süre içinde yapılmadığından reddine karar verilmesi karşısında; sanığın eylemini taksirle mi yoksa bilinçli taksirle mi gerçekleştirdiği ve sanığın eylemini bilinçli taksirle gerçekleştirdiği sonucuna ulaşılırsa; sanığa ek savunma hakkı verilmeden TCK'nun 22. maddesinin 3. fıkrasının uygulanmasının 5271 Sayılı CMK'nun 226. maddesine aykırılık oluşturup oluşturmadığına dair uyuşmazlık konuları bu aşamada değerlendirilmemiştir.

Açıklanan nedenlerle; Yargıtay C. Başsavcılığının; TCK'nun 22. maddesinin 3. fıkrasının uygulanması gerektiğine dair itiraz nedeninin süre yönünden, kızı, annesi, iki kardeşi ile yeğeni, kardeşinin eşi ve halasının ölümüne neden olan sanık hakkında TCK'nun 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanma şartlarının bulunduğuna dair itirazının Özel Daire bozma kararı isabetli olduğundan reddi gerekir.

DAVA : Taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan sanığın TCK'nun 85/2, 22/3, 22/6, 62 ve 53/6. maddeleri gereğince 2 yıl 2 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve 3 ay süre ile sürücü belgesinin geri alınmasına dair Malatya 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 15.05.2012 gün ve 65-192 Sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı ve sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 12. Ceza Dairesince 23.10.2014 gün ve 25796-20753 sayı ile;

"...Sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

1-) Sanığın idaresindeki minibüs ile gece vakti, aydınlatması bulunmayan meskun mahal dışındaki, düz ve eğimsiz tek yönlü yolda seyri sırasında direksiyon hakimiyetini kaybederek karşı yön şeridine girip aracı soldan yol dışına çıkarıp yol dışındaki elektrik direğine çarpıp aracın yanmasıyla 7 kişinin ölümü ile neticelenen olayda, sanığın aşamalardaki ifadelerinde uykusuz olmadığını, 17.09.2010 tarihinde öğleden sonra Samsun'un Terme ilçesinden Şanlıurfa iline gitmek üzere yola çıktıklarını, Adıyaman iline kadar aracı kullandığını, Adıyamandan Şanlıurfa iline kadar ölen abisi....'in kullandığını, 18.09.2010 günü sabah 06:00 sıralarında Şanlıurfaya vardıklarını, gün içinde 2-3 saat uyuyarak dinlendiğini, akşam saat 22:30 sıralarında yola çıktıklarını ve saat 02:00 sıralarında mola verdiklerini, yola çıktıktan 5 dakika sonra gümleme sesi duyduğunu ve direksiyon hakimiyetini kaybettiğini, lastiğin patladığını beyan ettiği, mola verilen benzinlikte çalışan tanık Kaffar Işık'ın da, sanık ve yanındakilerin 15 dakika kadar benzinlikte mola verdiklerini beyan ettiği dosya kapsamı itibariyle de savunma ve bu beyanın aksine kanıt bulunmadığı nazara alınmadan, hatalı değerlendirme ile sanığın iki gün sürekli araç kullandığından bahisle yorgun, dalgın ve uykusuz olduğu gerekçesi ile bilinçli taksirin oluştuğunun kabulüyle TCK'nın 22/3. maddesinin uygulanması suretiyle fazla ceza tayini,

2-) TCK'nın 22/6-1. cümlesinin uygulanabilmesi için, taksirle hareket sonucu neden olunan neticenin, münhasıran sanığın kişisel ve ailevi durumu bakımından artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açması gerektiği, sanığın, kızı, annesi, iki kardeşi, yeğeni, kardeşinin eşi ve halasının öldüğü olayda, sanığın kızı, annesi ve iki kardeşi dışındaki ölenlerin, yeğeni, kardeşinin eşi ve halası olması sebebiyle tek başına anılan hükmün uygulanmasını gerektirmeyeceği gözetilmeden, sanık hakkında TCK'nın 22/6 maddesinin uygulanması" isabetsizliklerinden ceza süresi itibarıyla CMUK'un 326. maddesi uyarınca sanığın kazanılmış hakkı ve müteakip uygulamalar nazara alınarak TCK'nun 50. maddesinin değerlendirilebileceği kaydıyla bozulmasına karar verilmiş,

Daire Üyeleri İ. Ergün ve A. Yağcı;

"Sanık ifadelerinde uykusuz olmadığını beyan etmişse de, yine sanığın beyanından, 17.09.2010 tarihinde öğleden sonra yola çıktıkları, Terme'den Adıyaman'a kadar aracı sanığın kullandığı, 18.09.2010 tarihinde sabah 06:00'da Ş.Urfa'ya geldikleri, 3 saat kadar uyuduktan sonra Siverek'e gidip geldiği, çarşıda alışveriş yaptıkları, akşam düğün töreninden sonra saat 10:30'da yola çıktıkları, aracı sanığın kullandığı, 02:00 sıralarında mola verdikleri, moladan kısa süre sonra direksiyon hakimiyetini kaybeden sanığın kullandığı minibüsün karşı yöne geçerek, karşı tarafta yolun kenarında bulunan beton direğe çarparak, beton elektrik direğini yıktığı, direğin yıkılmasıyla yere düşen yüksek gerilim hattı tellerinin, çarpılan ve takla atan minibüse teması sonucu aracın yandığı, araçta bulunan 7 kişinin öldüğü, dosya kapsamından sanığın dinlenmeden uzun süre araç kullandığı ve lastik patlamasına dair bir iz olmadığı anlaşıldığından, mahkemenin bilinçli taksir kabulünün doğru olduğunu düşündüğümüzden, bilinçli taksirin oluşmadığına dair (1) numaralı çoğunluk görüşüne katılmıyoruz” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 10.01.2015 gün ve 288080 sayı ile;

"Sanığın 17.09.2010 tarihinde öğleden sonra yola çıkarak kazanın olduğu 19.09.2010 tarihinde saat 02.30'a kadar 3 saat kadar uyuduğu olayda 15.03.2012 tarihli Adli Tıp Kurumu raporuna göre asli kusurlu olduğu, yolda lastik patlamasına ve kazaya dair herhangi bir iz de tespit edilemediği, sanığın bu kadar yorgun ve uykusuz bir şekilde araç kullanmaması gerektiğini bildiği halde kendine güvenerek kullanmaya devam ettiği olayda bilinçli taksirle hareket ettiğinin kabulü gerektiği, yine yukarda açıklandığı üzere kazada ölenlerin sanığın kızı, annesi, iki kardeşi, yeğeni, kardeşinin eşi ve halası olduğu, ölenlerin tamamının sanığın aile bireylerinden oluştuğu, fail ile mağdur arasındaki yakınlığın hangi düzeyde olması ve olay sebebiyle failin hangi ölçüde zarar görmesi gerektiği hususları doktrinde ve yargı kararlarında tartışmalı olmakla birlikte, kanun koyucu da sanığın 'kişisel ve ailevi durumu bakımından' diyerek hem yasa hükmünde hem de gerekçesinde bu yakınlığın derecesi ile ilgili bir sınırlama getirmemiştir. Bunun derecesi olaya göre hâkim tarafından takdir edilecektir. Somut olayımızda da sanığın ailesinden farklı yakınlık derecesinde 7 kişi ölmüştür. Bu durumda sanığın kişisel ve ailevi durumu bakımından mağdur olmadığından söz edilemeyeceği açıktır. Bu sebeplerle bilinçli taksirle hareket eden sanık hakkında TCK 22/6. madde ve fıkrasının da uygulanması gerektiği" düşüncesiyle itiraz kanun yoluna müracaat edilmiştir.

CMK'nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 29.01.2015 gün, 797-1555 sayı ve oy çokluğuyla, itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

KARAR : Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;

1-) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının lehe mi aleyhe mi olduğu,

2-) Sonucu itibarıyla lehe olduğu kabul edilirse;

a-) Kızı, annesi, iki kardeşi ile yeğeni, kardeşinin eşi ve halasının ölümüne neden olan sanık hakkında 5237 Sayılı TCK'nun 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığı,

b-) Sanığın eylemini taksirle mi yoksa bilinçli taksirle mi gerçekleştirdiği,

c-) Sanığın eylemini bilinçli taksirle gerçekleştirdiği sonucuna ulaşılırsa; sanığa ek savunma hakkı verilmeden TCK'nun 22. maddesinin 3. fıkrasının uygulanmasının 5271 Sayılı CMK'nun 226. maddesine aykırılık oluşturup oluşturmadığı,

Hususlarının belirlenmesine ilişkindir.

1-) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının lehe mi aleyhe mi olduğu;

İncelenen dosya kapsamından;

Yerel mahkeme hükmünün Özel Daire tarafından 23.10.2014 gün ve 25796-20753 sayı ile bozulduğu, Özel Daire ilamının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına 25.11.2014 tarihinde teslim edildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 10.01.2015 tarihinde sanık aleyhine TCK'nun 22. maddesinin 3. fıkrasının, lehine ise TCK'nun 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanması gerektiği belirtilerek Özel Daire ilamına karşı itiraz kanun yoluna başvurulduğu anlaşılmaktadır.

Müzakere sırasında bir kısım Ceza Genel Kurulu üyelerinin itiraz konusu edilen hususların ayrı ayrı mı yoksa bir bütün hâlinde mi değerlendirilerek itirazın lehe mi yoksa aleyhe mi olduğunun tespit edilmesinden sonra, ulaşılan sonuca göre bu kanun yoluna süresinde müracaat edilip edilmediğinin belirlenmesi gerektiğini ileri sürmeleri üzerine öncelikle bu husus ele alınmıştır.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itiraz yetkisi, 5271 Sayılı CMK'nun olağanüstü kanun yollarının yer aldığı "Altıncı Kitap", "Üçüncü Kısım", "Birinci Bölüm"de 308. maddede;

"(1) Yargıtay ceza dairelerinden birinin kararına karşı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, re'sen veya istem üzerine, ilâmın kendisine verildiği tarihten itibaren otuz gün içinde Ceza Genel Kuruluna itiraz edebilir. Sanığın lehine itirazda süre aranmaz.

(2) İtiraz üzerine dosya, kararına itiraz edilen daireye gönderilir.

(3) Daire, mümkün olan en kısa sürede itirazı inceler ve yerinde görürse kararını düzeltir; görmezse dosyayı Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderir" şeklinde düzenlenmiştir.

Bu düzenleme ile, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının ilamın kendisine verildiği tarihten itibaren 30 gün içinde ceza daireleri kararlarına karşı itiraz kanun yoluna başvurabileceği öngörülmüş, ancak sanık lehine itirazlarda süre aranmayacağı kuralı benimsenmiştir. Buna göre, sanık aleyhine sonuç doğuracak şekilde belirlenen aykırılıklarla ilgili olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tanınan ve olağanüstü bir kanun yolu olan itiraz 30 günlük bir süre ile sınırlandırılmış olup bu süre Özel Daire kararının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına verildiği tarihten itibaren başlayacaktır. Süre geçtikten sonra sanık aleyhine itiraz yoluna gidilemeyecektir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca birden fazla hukuka aykırılık sebebiyle itiraz kanun yoluna başvurulması ve bu nedenlerden bir kısmının sanığın lehine bir kısmının ise aleyhine olması hâlinde, aleyhe olan nedenlerin 30 günlük süre içerisinde ileri sürülmesi gerektiğinden değerlendirme yalnızca sanığın lehine olan itiraz konusu bakımından yapılmalıdır. (Bahri Öztürk-Durmuş Tezcan-Mustafa Ruhan Erdem-Özge Sırma-Yasemin F. Saygılar Kırıt-Özdem Özaydın-Esra Alan Akcan-Efser Erden, Nazari ve Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, Seçkin, 11. Baskı, Ankara, 2017, s. 753; Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, Adalet, Ankara, 10. Baskı, 2015, s. 875; Ahmet Gökcen-Murat Balcı-M. Emin Alşahin-Kerim Çakır, Ceza Muhakemesi Hukuku-II, Adalet, Ankara, 2017, s.468)

Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan TCK'nun 85/2, 22/3, 22/6, 62 ve 53/6. maddeleri gereğince mahkûmiyetine dair hükmün, sanık müdafii ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine inceleme yapan Özel Dairece, sanığın eyleminde TCK'nun 22. maddesinin 3 ve 6. fıkralarının uygulanma koşullarının bulunmadığı gerekçesi ile bozulmasına karar verilmesinden sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, sanık aleyhine TCK'nun 22. maddesinin 3. fıkrasının, lehine ise TCK'nun 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanması gerektiği görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurulduğu anlaşılmaktadır.

Sanık aleyhine olduğunda şüphe bulunmayan bilinçli taksirin uygulanma koşullarının bulunduğu yönündeki itiraz nedeninin 5271 Sayılı CMK'nun 308. maddesi uyarınca 30 günlük süreye tâbi olduğu, dosya içeriğine göre 26.11.2014 tarihinde başlayan itiraz süresi 25.12.2014 tarihinde sona erdiği hâlde, itiraz kanun yoluna Özel Daire ilamının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına tevdiinden yaklaşık 45 gün sonra 10.01.2015 tarihinde başvurulduğu anlaşıldığından, 30 günlük kanuni süreden sonra yapılan sanık aleyhindeki itiraz nedeninin Ceza Genel Kurulunca görüşülmesi mümkün değildir. Ancak sanık lehine olan TCK'nun 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanması gerektiğine dair itiraz nedeninin incelenmesi gerekmektedir.

Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının TCK'nun 22. maddesinin 3. fıkrasının uygulanması gerektiğine dair itiraz konusunun kanunun öngördüğü 30 günlük süre içinde yapılmaması sebebiyle reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Başkanı; "Sanığın taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan TCK'nun 85/2, 22/3, 22/6 ve 62/1. maddeleri gereğince mahkûmiyetine dair hükmün, sanık müdafii ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine inceleme yapan Özel Dairece, sanık hakkında TCK'nun 22. maddesinin 3 ve 6. fıkralarının uygulanma koşulları bulunmadığı gerekçesi ile kazanılmış hakkı saklı kalmak kaydı ile bozulmasına karar verilmesinden sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, TCK'nun 22. maddesinin 3 ve 6. fıkralarının uygulanma koşulları oluştuğu görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurulduğu anlaşılmaktadır.

Yerel mahkeme uygulaması, Özel Dairenin bozma ilamı ve itiraz nedenleri birlikte değerlendirildiğinde; yerel mahkemece TCK'nun 85/2, 22/3, 22/6 ve 62/1. maddeleri gereğince 2 yıl 2 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilen sanık hakkında, Özel Daire bozma ilamına göre uygulama yapıldığı takdirde aynı Kanunun 85/2 ve 62/1. maddeleri gereğince ceza tayin edilip bu cezanın mahkemenin takdiri de gözetildiğinde 3 yıl 4 ay hapis olarak belirleneceği, yerel mahkeme uygulamasının isabetli olduğuna dair itiraz nedenlerinin kabulüne karar verilmesi hâlinde ise sanık hakkında 2 yıl 2 ay 20 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına dair yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verileceği, bu bağlamda itiraz nedenlerinin birlikte değerlendirilmesinin sanık lehine sonuç doğuracağı ve ilk aşamada TCK'nun 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanma koşullarının oluşup oluşmadığı yönündeki uyuşmazlık konusundan başlanmak üzere her iki itiraz nedeninin de tartışılması gerektiği" düşüncesiyle,

Ceza Genel Kurulu Üyesi ...;

"Sanık ... hakkında; Malatya 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan yargılama sonucunda; TCK'nın 85/1, 22/3, 22/6, 62, 53/6 Maddeleri uyarınca 2 Yıl 2 Ay 20 Gün Hapis cezasına hükmedilmiş, anılan kararın sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 23/10/2014 gün, 2014/25796 E-2014/20753 K sayılı ilamı ile; özet olarak;

1-) Mola yerinden hareket ettikten 5 dakika sonra aracın lastiğinin patladığını beyan eden sanığın savunmasının aksine kanıt bulunmadığı nazara alınmadan; iki gün sürekli araç kullandığından bahisle, yorgun, dalgın ve uykusuz olduğu gerekçesiyle bilinçli taksirin oluştuğunun kabulüyle TCK'nın 22/3 maddesinin uygulanması suretiyle fazla ceza tayini,

2-) Sanığın kızı, annesi ve iki kardeşi dışındaki ölenlerin yeğeni, kardeşinin eşi ve halası olması sebebiyle TCK'nın 22/6 maddesinin uygulanamayacağının gözetilmemesi;

Gerekçeleriyle mahkumiyet hükmünün BOZULMASINA, karar verilmiştir.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 10/01/2015 gün, 2012/288080 sayı ile;

Bilinçli taksirle hareket eden sanık hakkında TCK'nın 22/6 maddesinin uygulanması gerektiğinden bahisle yerel mahkemece verilen mahkumiyet hükmünün BOZULMASI talebiyle itiraz edilmesi üzerine;

Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu tarafından;

1-) Bilinçli taksirin uygulanmasına yönelik sanık aleyhine olan itiraz talebinin 1 aylık süreden sonra yapılmış olması sebebiyle süre yönünden;

2-) TCK'nın 22/6 maddesinin uygulanmasına yönelik itiraz talebinin ise anılan maddenin uygulama koşullarının gerçekleşmediğinden bahisle;

İtirazın reddine karar verilmiştir.

Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun, gerek bilinçli taksirin uygulanması gerektiği yönündeki aleyhe itirazının süre yönünden, gerekse TCK'nın 22/6 maddesinin uygulama koşullarının oluşmadığından bahisle anılan maddenin uygulanmasına yönelik itirazın esastan reddine dair kararına aşağıda arz ve izah edilecek sebeplerle iştirak edilmemiştir.

Öncelikle yerel mahkemece verilen mahkumiyet hükmünde hem bilinçli taksir hükümleri, hemde TCK'nın 22/6 maddesi uygulanmış, Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesi tarafından TCK'nın 22/3 maddesindeki bilinçli taksiri düzenleyen artırım hükümleri ile TCK'nın 22/6 maddesindeki indirim hükümlerinin uygulanmaması gerektiğinden bahisle yerel mahkemece verilen mahkumiyet hükmünün hem lehe hemde aleyhe bozulmasına karar verilmiş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından; TCK'nın 22/3 maddesindeki bilinçli taksir hükümleri ile TCK'nın 22/6 maddesindeki indirim hükümlerinin birlikte uygulanması gerektiğinden bahisle yerel mahkeme uygulaması birebir desteklenirken, yerel mahkemece verilen mahkumiyet hükmünün onanmasının talep edilmesi yerine BOZULMASI, talep edilerek çelişkili bir durumun ortaya çıkmasına neden olunmuştur. Bu durumda; iki ihtimal dikkate alınarak itirazın lehe yada aleyhe olduğu konusunda sonuca ulaşılması gerekmektedir.

Birinci ihtimal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından; yerel mahkeme hükmünün ONANMASI talep edilmek istenirken yanlışlıkla bozulması talep edilmiştir.

İkinci ihtimal ise açıkça değinilmese dahi, TCK'nın 22/3 maddesindeki artırım oranı ile TCK'nın 22/6 maddesindeki indirim oranı dolaylı olarak benimsenmeyerek yerel mahkemece verilen mahkumiyet hükmünden daha lehe bir sonuca ulaşılması amaçlanmıştır. Zira bilinçli taksir hükümleri uygulansa dahi TCK'nın 22/6 maddesi uyarınca cezanın 1/6 oranına kadar indirilebileceği dikkate alındığında; verilebilecek sonuç cezanın teorik olarak kısa süreli hürriyeti bağlayıcı ceza sınırında kalarak TCK'nın 50/1 maddesindeki adli para cezası veya diğer tedbirlere dönüştürülme ihtimali mevcut olacaktır.

Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin bozma nedenleri ise hem Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz nedenlerine hemde aynı doğrultuda olan yerel mahkemenin uygulanmalarına tamamen aykırıdır.

Bu durumda itirazın lehe yada aleyhe olduğunun belirlenebilmesi için Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin bozma nedenleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz nedenlerinin, yerel mahkeme hükmü ile çeşitli ihtimallerin dikkate alınması suretiyle birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.

Birinci ihtimalde yerel mahkeme hükmünün onanması yerine yanlışlıkla bozulmasının talep edildiğinin kabul edilmesi halinde; bilinçli taksir hükümlerinin uygulanmış olması sebebiyle yerel mahkemece hükmedilen 2 yıl 2 ay 20 günlük hapis cezasının süresine göre adli para cezasına dönüştürülmesi mümkün değildir. Ancak Yargıtay yüksek 12. Ceza Dairesinin bozma nedenlerine göre; bilinçli taksir hükümlerinin uygulanmayacak olması sebebiyle hükmedilecek sonuç hapis cezasının süresi ne olursa olsun adli para cezasına dönüştürülme olanağı mevcut olacağından; şayet hükmedilecek hapis cezası, adli para cezasına dönüştürülecek ise, adli para cezası her halükarda yerel mahkemece hükmedilen 2 yıl 2 ay 20 gün hapis cezasından daha lehe olacağından; itirazın kül halinde sanık aleyhine olacağından söz etmek mümkün olabilir. Ancak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, yerel mahkeme hükmünün açıkça onanması talep edilmediğinden; faraziyelerden hareket edilerek, sırf yerel mahkeme uygulaması ile aynı yönde itiraz nedenleri ileri sürüldüğünden bahisle, mahkumiyet hükmünün onanmasının talep edilmek istenirken yanlışlıkla bozulmasının talep edildiğinin kabul edilmesi; kişilerin hak ve özgürlüklerini sağlamak üzere kimi şekil ve formaliteler kabul ederek koyduğu kurallar ile, genelde yürütme ve yargının bu konudaki yetkilerini sınırlandırdığı için insan hak ve özgürlüklerinin bekçisi olan ve bu sebeple de 'şekle bağlanmayan adaleti cebir ve istibdat' olarak nitelemek suretiyle şekil kuralları ile hukuki emniyeti sağlamayı hedefleyen ceza muhakemesi hukukunun ruhuna aykırı olacağı açıktır. Bu aşamada itirazda ki çelişkiyi giderebilecek bir usul kuralı mevcut olmadığından; sanığın en lehine olabilecek sonucun benimsenmesi gerekeceğinden, yerel mahkeme hükmünün bozulmasının talep edilmek istendiğinin kabulü gerekmektedir.

İkinci ihtimalde ise; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca; TCK'nın 22/3 maddesindeki artırım oranı ile aynı maddenin 6 fıkrasındaki indirim oranının benimsenmemesi halinde; hükmedilecek sonuç cezanın bilinçli taksir hükümleri uygulansa dahi kısa süreli hapis cezası sınırında kalma ve buna bağlı olarak TCK'nın 50/1 maddesindeki tedbirlere dönüştürülme ihtimaline binaen itirazın sanık lehine olacağı hususunda herhangi bir kuşku bulunmamaktadır.

Maddi gerçeği, her ne pahasına olursa olsun, insan hakları ihlallerine yol açmadan araştırıp bulmak suretiyle, adaleti gerçekleştirmeyi ve hukuki barış sağlamayı en önemli hedef olarak belirleyen ceza muhakemesi hukukunun en temel ilkeleri gereğince; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının TCK'nın 22/3 maddesindeki artırım oranı ile aynı maddenin 6 fıkrasındaki indirim oranının benimsenmediği ve buna bağlı olarak yukarda açıklandığı üzere itirazın kabul edilmesi halinde yerel mahkeme hükmünden daha lehe sonuçların doğması ihtimali teorik olarak mümkündür.

Sonuç itibariyle her iki itiraz nedeni birlikte değerlendirilerek itirazın lehe yada aleyhe olduğunun belirlenmesi gerekirken, aynı hükmün ikiye bölünerek bir taraftan sanık aleyhine vukubulan itiraz nedeninin reddine karar verilirken, diğer taraftan lehe olan itiraz nedeninin esastan incelenmesine karar verilerek hükmün bölünemezliği prensibine aykırı davranılmıştır. Zira bilinçli taksir hükümlerini uygulayan yerel mahkemenin Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin bozma ilamından sonra dahi direnme olanağının mevcut olduğu gibi aleyhe temyizin olmaması sebebiyle ilk hükümden daha fazla cezaya hükmedilmesi mümkün olmadığından; aleyhe olan itiraz nedeninin süre yönünden reddinin pratikte hiç bir faydasının olmayacağı açıktır. Şayet yerel mahkeme tarafından, bilinçli taksir hükümleri uygulanmamış ve bu husus doğal olarak bozma yada onama ilamında belirtilmemiş olsaydı, bu durumda bilinçli taksir hükümlerinin uygulanması gerektiğine yönelik itirazın reddinin pratikteki yararından söz etmek mümkün olabilirdi. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraz ettiği eylem ve sanıklarla sınırlı olarak inceleme yapmak zorunda olan Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun, itiraz nedeni ile bağlı olmadığı hususunda, gerek uygulamada, gerekse öğretide herhangi bir duraksama bulunmamaktadır. Bu durumda şayet Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı sadece Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin TCK'nın 22/6 maddesinin uygulanmaması gerektiğine yönelik bozma nedenine itiraz etmiş olsaydı, bilinçli taksirin varlığı halinde Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulu tarafından bu hususun itiraz sebebiyle bağlı olunmadığı için değerlendirmesi mümkün iken sırf itiraz nedeni olarak ileri sürüldü diye değerlendirmeye alınmamasının; maddi gerçeği kuşkuya yer vermeyecek şekilde belirlemeyi amaç edinen ceza hukuku ile ceza muhakemesi hukukunun temel ilkelerine aykırı olacağı açıktır. Ancak itirazın süresinde yapılmaması durumunda daire kararından daha ağır bir neticeye varılacağının anlaşılması halinde itirazın reddine karar verilmesi gerekir. Somut olayımızda, çok çeşitli ihtimaller ortaya çıksa dahi, yerel mahkeme hükmünün aleyhe temyiz edilmemiş olması sebebiyle yerel mahkeme hükmünden yada daire kararından daha ağır bir neticeye hükmedilmesi zaten mümkün olamayacağından; itirazın teorik olarak daha lehe sonuç doğurma ihtimaline binaen itirazın lehe olduğunun kabulü gerekmektedir" görüşüyle,

Diğer iki Ceza Genel Kurulu Üyesi de; benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.

2-) Kızı, annesi, iki kardeşi ile yeğeni, kardeşinin eşi ve halasının ölümüne neden olan sanık hakkında 5237 Sayılı TCK'nun 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığına gelince;

İncelenen dosya kapsamından;

Sanığın sevk ve idaresindeki içinde akrabalarının bulunduğu minibüsle Samsun'un Terme ilçesinden Şanlıurfa'ya gitmek üzere 17.09.2010 tarihinde öğleden sonra yola çıktığı, Adıyaman'a gelindiğinde aracı kullanmak üzere ağabeyi ...'ya verdiği,....'in sevk ve idaresindeki araçla 18.09.2010 tarihinde saat 06.00 sıralarında Şanlıurfa'ya varıldığı, burada kardeşi ... ile kardeşinin eşi ...'nun düğünlerinin yapıldığı, aynı gün saat 22.30 sıralarında Samsun'a dönmek üzere yine akrabalarıyla birlikte yola çıkan sanığın saat 02.00 sıralarında mola verdiği, ardından aracı kullanmaya devam eden sanığın olay yerine geldiğinde direksiyon hakimiyetini kaybederek karşı yön şeridine girdiği, soldan yol dışına çıkıp elektrik direğine çarptığı ve aracın yandığı, sanığın sebebiyet verdiği kaza sebebiyle annesi ..., kızı ..., kardeşleri ... ve ..., yeğeni ..., halası ... ve kardeşinin eşi ...'nun öldüğü,

Polis memuru olan sanığın Bursa'da, halası ...ile yeğeni ....'in ise Samsun'da ikâmet ettikleri,

Anlaşılmıştır.

Sanık; kazada yakın akrabalarını kaybettiğini, manevi ve ailevi olarak ağır bir travma yaşadığını savunmuştur.

5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 22. maddesinin 6. fıkrasında; "Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir" hükmüne yer verilmiştir.

Fıkranın gerekçesi de; "Ülkemizde, özellikle kırsal bölgelerde rastlandığı üzere taksirli suçlarda failin meydana gelen netice itibarıyla bizzat kendisi ve aile bireylerinin ağır derecede mağduriyete uğradıkları görülmektedir. Söz gelimi köylü kadınların gündelik uğraşları ve hayat zorlukları itibarıyla sayısı çok kere üç dörtten fazlasına varan küçük çocuklarına gerekli dikkati ve itinayı gösterememeleri sonucu çocukların yaralandıkları veya öldükleri görülmektedir. Aynı şekilde meydana gelen trafik kazalarında da benzer olaylara rastlanmaktadır. Bu gibi hâllerde ananın taksirli suçtan dolayı kovuşturmaya uğraması ve cezaya mahkûm edilmesi esasen suçtan dolayı evladını kaybetmesi sonucu uğradığı ızdırabı şiddetlendirmekle kalmamakta, ayrıca ailenin tümüyle ağır derecede mağduriyete düşmesine neden olmaktadır.

Söz konusu fıkraya göre, hâkim suçlunun durumunu takdir ile ceza vermeyebilecektir. Elbette hâkim bu hususta takdirini kullanırken suçlunun ekonomik durumunu, aile yükümlerini, söz gelimi diğer çocukların bakımını göz önünde bulunduracak, ona göre hüküm kuracaktır. Ancak dikkat edilmelidir ki, bu fıkranın uygulanabilmesi için fiilden dolayı münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu itibarıyla zararlı netice meydana gelmiş bulunmalıdır. Böyle bir netice ile birlikte söz konusu durumlara dair bulunmayan başka bir netice de meydana gelmişse fıkra uygulanmayacaktır" şeklinde açıklanmıştır.

Buna göre, taksirli hareketi sonucu meydana gelen neticenin münhasıran failin şahsi ve ailevi durumu bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açması hâlinde faile ceza verilmeyecektir.

TCK'nun 22. maddesinin 6. fıkrasında taksirli suçlar bakımından kendine özgü bir "şahsi cezasızlık hâli" düzenlenmiştir. Şahsi cezasızlık hâlinin bulunduğu durumlarda aslında ortada bir suç vardır; bunun yanında failin kusurlu olduğu kabul edilebilir, ancak kanun koyucu izlediği suç siyaseti gereği bu durumu cezasızlık sebebi saymış, buna bağlı olarak da 5271 Sayılı CMK'nun 223. maddesinin 4. fıkrasının (a) bendinde; "ceza verilmesine yer olmadığına" karar verileceğini hüküm altına almıştır.

TCK'nun 22. maddesinin 6. fıkrasında yer alan hükmün kapsamının belirlenmesi bakımından uygulamada değişik sorunlarla karşılaşıldığı, bu konudaki tartışmaların genel olarak "fail ile mağdur arasındaki yakınlığın hangi düzeyde olması ve olay sebebiyle failin hangi ölçüde zarar görmesi gerektiği" konularında yoğunlaştığı görülmektedir.

Kanuni düzenlemeye bakıldığında, bu şahsi cezasızlık nedeninin uygulanabilmesi için somut olay açısından ayrıca değerlendirilmesi gereken iki temel şartın varlığı aranmaktadır.

1-) Taksirle işlenmiş suç bulunmalıdır. 22. maddenin 6. fıkrasının ilk cümlesinde; "Taksirli hareket sonucu neden olunan netice"den bahsediliyor olması, anılan şahsi cezasızlık sebebinin yalnızca taksirle işlenen suçlarda uygulanabileceğini göstermektedir. Doğrudan kast, olası kast ile işlenen suçlarda bu hüküm uygulanamayacaktır. Bilinçli taksirin varlığı durumunda ise aynı fıkranın "bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir" şeklindeki son cümlesi uyarınca bu şahsi cezasızlık hâli değil, "cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep" sözkonusu olabilecektir.

2-) Meydana gelen netice "münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu bakımından" etkili olmalıdır. Buna göre, failin taksirli hareketiyle neden olduğu netice hem kendisine acı ve ızdırap vermeli, hem de cezalandırılmasına karar verilmesi kendisi ve ailesi bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağduriyete yol açmalıdır. Görüldüğü gibi bu şart, kendi içerisinde üç ayrı hususu barındırmaktadır.

Öğretide de benimsendiği üzere bunlardan ilki; "failin taksirli eyleminden ağır düzeyde etkilenmiş olması", başka bir deyişle failin kendi fiilinin mağduru durumuna düşmesidir. Failin uğradığı mağduriyet, maddi olabileceği gibi manevi de olabilir. Hangi mağduriyetin bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacağı ise her somut olaya göre belirlenmelidir. (Veli Özer Özbek, Türk Ceza Kanunu İzmir Şerhi, Türk Ceza Kanununun Anlamı, Seçkin Yayınevi, Ankara, c. 1, 4. Baskı, s. 284)

İkincisi, failin taksirli eyleminden "ailevî durumu" itibarıyla etkilenmesidir. Bu şart, fail ile taksirli suçun mağduru arasında belli derecedeki yakınlığı ifade etmektedir. Bu anlamda, üzerinde durulması gereken husus akrabalığın derecesinden çok "aile" kavramıdır. Çünkü kanun koyucu belli derecede akrabalığı ifade eden herhangi bir kavramı değil özellikle "aile" ibaresini tercih etmiş ve bir manada faille mağdur arasında "aynı aileden olma ilişkisini" aramıştır. Aile ise kanunlarımızda tüm yönleriyle tanımlanmış bir kavram değildir. Bu konuyla ilgili olarak öğreti; bir yandan aile kavramının üstsoy, altsoy ve evlilik ilişkisini kapsayacak bir şekilde yorumlanması gerektiğini savunurken, diğer yandan ortada bir aile bulunup bulunmadığı değerlendirirken biyolojik gerçekten çok, toplumsal gerçekliğe ağırlık veren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarını göz önünde bulundurmaktadır. (Zeki Hafızoğulları, Türk Ceza Kanununda Taksir, Polis Dergisi Yıl:11, S. 44, Nisan-Mayıs-Haziran 2005, s. 87; Ursula Kilkelly, Özel Hayata ve Aile Hayatına Saygı Gösterilmesi Hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz İnsan Hakları El Kitapları, No: 1, Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü, Eylül 2007, s. 15)

Altıncı fıkranın uygulanması bakımından, aile kavramını geniş tutmanın sakıncalarının yanında, bir ailenin kimlerden oluşacağının sınırlı olarak sayılması da doğru değildir. Yapılması gereken, faille mağdurun aynı aileden olup olmadığının somut olaya göre değerlendirilmesidir. Zira kişilerin aynı aileden olup olmadıkları hususu sadece akrabalık derecelerine göre belirlenemez. Belli derecede akrabalık bağı bulunması her zaman altıncı fıkranın uygulanmasını gerektirmez. Örneğin, haklarında ayrılık kararı olan karı koca veya aralarında husumet bulunan kardeşlerin durumu gibi. Failin yalnızca kendisine değil, aynı ailede yer alan başka birine de zarar vermek suretiyle, "ailevî hayatının" zarar görmesi gerekmektedir. Bunun dışında taksirle gerçekleşen bir olayda, aynı aileden olmayan birisinin zarar görmesi, bazen kişinin aile hayatını derinden etkileyebilirse de bu şekildeki dolaylı bir zarar, altıncı fıkranın uygulanmasını gerektirmeyecektir. Örneğin, failin araç kullanırken kusurlu hareketiyle eşinin akrabası veya çok sevdiği bir arkadaşının ölümüne neden olmasından ötürü, eşiyle boşanmak zorunda kalmaları gibi.

Üçüncü husus, taksirli suçtan "münhasıran failin kişisel ve ailevî hayatının etkilenmiş" olmasıdır: Bu şarttan anlaşılması gereken; taksirli hareket sonucunda ailesinden birisinin zarar görmesi sebebiyle failin ziyadesiyle etkilendiği olayda, fail ile ailevi ilişkisi bulunmayan başka bir kişinin daha zarar görmemesidir. Fail ve ailesi dışında bir kişinin de zarar gördüğü olaylarda ise anılan fıkra hükmü uygulanmayacaktır. Başkalarının zarar görmesinden maksat, fail ve ailesi dışındaki üçüncü kişilerin dolaylı olarak etkilenmesi değil, olaydan bizzat zarar görmesidir. Örneğin, olay sırasında eşinin yanında, akrabası olmayan bir kişinin de öldüğü ya da yaralandığı hâllerde fail bu fıkradan yararlanamayacak, buna karşılık sadece eşinin öldüğü hâllerde, eşinin akrabalarının olay sebebiyle üzülecek olmaları failin altıncı fıkradan yararlanmasına engel teşkil etmeyecektir.

Kanun koyucunun; "münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu"ndan söz ederek, "kişisel" ile "ailevî" kelimeleri arasına "ve" bağlacını koymuş olması, ikinci şartın gerçekleşebilmesi için, her üç hususun da birlikte bulunmasının zorunlu olduğunu göstermektedir. TCK'nun 22. maddesinin 6. fıkrasında "münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu" ibaresinin kullanılmış olması karşısında, taksirli fiili sonucunda failin kendisi veya ailesinden birisi dışında başkalarının da zarar görmüş olması durumunda; örneğin failin bir yakınının ölmesi veya yaralanması ile birlikte başkalarının da mağduriyeti veya zarar görmesine neden olunmuşsa altıncı fıkra hükmü uygulanamayacaktır. Nitekim öğretideki görüşler de bu doğrultudadır. (Mehmet Emin Artuk- Ahmet Gökcen-Ahmet Caner Yenidünya, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, 8. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2014 s. 357; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, 6. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2013, s. 230; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Kanunu Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara 2013, s. 154; Veli Özer Özbek-Mehmet Nihat Kanbur- Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler, 4. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2013, s. 511; Veli Özer Özbek-Mehmet Nihat Kanbur-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Kanunu Özel Hükümler, 5. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2013, s. 188; Aytekin Özanlı, Failin Ailevi ve Kişisel Durumunun Taksirli Suçlar Bakımından Değerlendirilmesi, Terazi Hukuk Dergisi, Nisan 2009, s. 32; Mustafa Özen, Ceza Hukukunda Taksir, Adalet Yayınevi, Ankara 2011, s. 215)

Son olarak, bilinçli taksirle altıncı fıkra kapsamında değerlendirilebilecek bir yakınının ölümüne ya da yaralanmasına neden olan fail hakkında, anılan fıkradaki şahsi cezasızlık sebebi değil, yalnızca cezasında indirim hükümleri uygulanacaktır.

Öte yandan, TCK'nun 85. maddesinin 2. fıkrasında birden ziyade kişinin ölümü ya da bir kişinin ölümüyle birlikte en az biri şikâyetçi olmak şartıyla bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına sebebiyet verilmesi, taksirle ölüme neden olma suçunun daha fazla cezayı gerektiren nitelikli hâli olarak düzenlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen suçta taksirli fiil tek olmakla birlikte, birden fazla kişinin ölümü ya da bir kişinin ölümüyle, en az biri şikâyetçi olmak şartıyla bir veya daha fazla kişinin yaralanması şeklinde meydana gelen iki sonuç cezalandırılmaktadır. TCK'nun 85. maddesinin 2. fıkrasında maddesinde, taksirle yaralama ve ölüm şeklinde netice ikiye bölünerek bunların biri hakkında TCK'nun 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanması mümkün değildir. Ancak sanık ve ölenler arasındaki akrabalık ilişkisi, temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınabilecektir.

Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;

Sanığın kendi yönetiminde ve içinde akrabalarının bulunduğu minibüsle Samsun'un Terme ilçesinden Şanlıurfa'ya gitmek üzere 17.09.2010 tarihinde öğleden sonra yola çıktığı, Adıyaman'a gelindiğinde aracı kullanmak üzere ağabeyisi ...'ya verdiği,....'in sevk ve idaresindeki araçla 18.09.2010 tarihinde saat 06.00 sıralarında Şanlıurfa'ya varıldığı, burada kardeşi ... ile kardeşinin eşi ...'nun düğünlerinin yapıldığı, aynı gün saat 22.30 sıralarında Samsun'a dönmek üzere yine akrabalarıyla birlikte yola çıkan sanığın saat 02.00 sıralarında mola verdiği, ardından yola devam eden sanığın olay yerine geldiğinde direksiyon hakimiyetini kaybederek karşı yön şeridine girdiği, soldan yol dışına çıkıp elektrik direğine çarptığı ve aracın yandığı, sanığın sebebiyet verdiği kaza sebebiyle annesi ..., kızı ...., kardeşleri .... ve...., yeğeni ...., halası ...ve kardeşinin eşi ....'nin öldüğü olayda; sanığın ölenler ile yakınlığı, ekonomik durumu ve ailevi yükümlülükleri gözetildiğinde, annesi ..., kızı ...., kardeşleri.... ve ....'in ölümü sebebiyle münhasıran kişisel ve ailevi bakımdan ceza verilmesini gerektirmeyecek derecede mağdur olduğunda tereddüt bulunmasa da, sanığın üçüncü derece kan hısımları olan ve aynı evde ikâmet etmeyen, bakım ve gözetim sorumluluğu altında bulunmayan halası ...ve yeğeni .... ile ikinci derecede sıhri hısmı olan ve kardeşi ile yaptığı evlilikten önce kendisini tanıdığına dair dosyaya yansıyan bir delil bulunmayıp aynı ailenin üyesi de sayılmayan ....'nin ölümleri sebebiyle TCK'nun 22. maddesinin 6. fıkrası kapsamında bir mağduriyetten söz edilemeyeceği, bu ölümlerin, sırf ölümün gerçekleşmesi sebebiyle duyulacak doğal üzüntünün çok üstünde önemli derecede bir üzüntüye ve buna bağlı olarak ayrı bir mağduriyete yol açmayacağı, bu kapsamda sanığın, halası, yeğeni ve kardeşinin eşinin ölümünden dolayı bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede zarar görmediği anlaşıldığından, sanık hakkında TCK'nun 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanma imkânı bulunmadığı kabul edilmelidir.

Bu sebeple Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi ...;

"Yerel mahkemece verilen mahkumiyet kararının TCK'nın 22/6 maddesinin uygulanma koşullarının oluşup oluşmadığı hususunda da Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.

Uyuşmazlığın çözümü için TCK'nın 22/6 maddesinin irdelenerek; ceza kanununun amacı, kanunilik prensibi ve hakkaniyet ilkesi gibi hukukun evrensel ilkeleri ile ilişkilendirilmesi, buna göre de koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin yasal düzenleme, yargı kararları ve öğretideki görüşlerden yararlanılarak ortaya konması gerekmektedir.

5237 Sayılı Türk Ceza Kanununun 22. maddesinin altıncı fıkrasında; 'Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir' hükmüne yer verilmiştir.

Fıkranın gerekçesi de; '... Ülkemizde, özellikle kırsal bölgelerde rastlandığı üzere taksirli suçlarda failin meydana gelen netice itibarıyla bizzat kendisi ve aile bireylerinin ağır derecede mağduriyete uğradıkları görülmektedir. Söz gelimi köylü kadınların gündelik uğraşları ve hayat zorlukları itibarıyla sayısı çok kere üç dörtten fazlasına varan küçük çocuklarına gerekli dikkati ve itinayı gösterememeleri sonucu çocukların yaralandıkları veya öldükleri görülmektedir. Aynı şekilde meydana gelen trafik kazalarında da benzer olaylara rastlanmaktadır. Bu gibi hallerde ananın taksirli suçtan dolayı kovuşturmaya uğraması ve cezaya mahkûm edilmesi esasen suçtan dolayı evladını kaybetmesi sonucu uğradığı ızdırabı şiddetlendirmekle kalmamakta, ayrıca ailenin tümüyle ağır derecede mağduriyete düşmesine neden olmaktadır.

Söz konusu fıkraya göre, hâkim suçlunun durumunu takdir ile ceza vermeyebilecektir. Elbette hakim bu hususta takdirini kullanırken suçlunun ekonomik durumunu, aile yükümlerini, söz gelimi diğer çocukların bakımını göz önünde bulunduracak, ona göre hüküm kuracaktır. Ancak dikkat edilmelidir ki, bu fıkranın uygulanabilmesi için fiilden dolayı münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu itibarıyla zararlı netice meydana gelmiş bulunmalıdır. Böyle bir netice ile birlikte söz konusu durumlara dair bulunmayan başka bir netice de meydana gelmişse fıkra uygulanmayacaktır.' şeklinde açıklanmıştır.

Buna göre, taksirli hareketi sonucu meydana gelen neticenin münhasıran failin şahsi ve ailevi durumu bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açması halinde faile ceza verilmeyecektir.

TCK'nın 22. maddesinin altıncı fıkrasında taksirli suçlar bakımından kendine özgü bir 'şahsi cezasızlık hali' düzenlenmiştir. Şahsi cezasızlık halinin bulunduğu durumlarda aslında ortada bir suç vardır; bunun yanında failin kusurlu olduğu kabul edilebilir, ancak kanun koyucu izlediği suç siyaseti gereği bu durumu cezasızlık sebebi saymış, buna bağlı olarak da 5271 Sayılı CMK'nın 223. maddesinin 4. fıkrasının ( a ) bendinde; 'ceza verilmesine yer olmadığına' karar verileceğini hüküm altına almıştır.

TCK'nın 22. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan hükmün kapsamının belirlenmesi bakımından uygulamada sorunlarla karşılaşılmakta, bu konudaki tartışmaların genel olarak 'fail ile mağdur arasındaki yakınlığın hangi düzeyde olması ve olay sebebiyle failin hangi ölçüde zarar görmesi gerektiği' konularında yoğunlaştığı görülmektedir.

Kanuni düzenlemeye bakıldığında, bu şahsi cezasızlık nedeninin uygulanabilmesi için somut olay açısından ayrıca değerlendirilmesi gereken iki temel şartın varlığı aranmaktadır.

1-) Taksirle işlenmiş suç bulunmalıdır. 22. maddenin altıncı fıkrasının ilk cümlesinde; 'Taksirli hareket sonucu neden olunan netice'den bahsediliyor olması, anılan şahsi cezasızlık sebebinin yalnızca taksirle işlenen suçlarda uygulanabileceğini göstermektedir. Doğrudan kast, olası kast veya kast taksir kombinasyonu ile işlenen suçlarda bu hüküm uygulanamayacaktır. Bilinçli taksirin varlığı durumunda ise aynı fıkranın 'bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir' şeklindeki son cümlesi uyarınca bu şahsi cezasızlık hali değil, 'cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep' söz konusu olabilecektir.

2-) Meydana gelen netice 'münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından' etkili olmalıdır. Buna göre, failin taksirli hareketiyle neden olduğu netice hem kendisine acı ve ızdırap vermeli, hem de cezalandırılmasına karar verilmesi kendisi ve ailesi bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağduriyete yol açmalıdır. Görüldüğü gibi bu şart, kendi içerisinde konumuzu ilgilendiren iki ayrı hususu içermektedir:

Öğretide de benimsendiği üzere bunlardan ilki; 'failin taksirli eyleminden ağır düzeyde etkilenmiş olması', başka bir deyişle failin kendi fiilinin mağduru durumuna düşmesidir. Failin uğradığı mağduriyet, maddi olabileceği gibi manevi de olabilir. Hangi mağduriyetin bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacağı ise her somut olaya göre belirlenmelidir. (V. Özer Özbek, Türk Ceza Kanunu İzmir Şerhi, Türk Ceza Kanununun Anlamı, Seçkin Yayınevi, Ankara, c. 1, 4. Baskı, s. 284)

İkincisi, failin taksirli eyleminden 'ailevi durumu' itibarıyla da etkilenmesidir. Bu şart, fail ile taksirli suçun mağduru arasında belli derecedeki yakınlığı ifade etmektedir. Bu anlamda, üzerinde durulması gereken husus akrabalığın derecesinden çok 'aile' kavramıdır. Çünkü kanun koyucu belli derecede akrabalığı ifade eden herhangi bir kavramı değil özellikle 'aile' ibaresini tercih etmiş ve bir manada faille mağdur arasında 'aynı aileden olma ilişkisini' aramıştır. Aile ise kanunlarımızda tüm yönleriyle tanımlanmış bir kavram değildir.

Bu konuyla ilgili olarak; bir yandan aile kavramının üstsoy, altsoy ve evlilik ilişkisini kapsayacak bir şekilde yorumlanması gerektiğini savunan öğreti, diğer yandan ortada bir aile bulunup bulunmadığını değerlendirirken biyolojik gerçekten çok, toplumsal gerçekliğe ağırlık veren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarını göz önünde bulundurmaktadır. (Z. Hafızoğulları, Türk Ceza Kanununda Taksir, Polis Dergisi Yıl:11, S. 44, Nisan-Mayıs-Haziran 2005, s. 87; Ursula Kilkelly, Özel Hayata ve Aile Hayatına Saygı Gösterilmesi Hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz İnsan Hakları El Kitapları, No: 1, Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü, Eylül 2007, s. 15)

Amacı; hukuk devleti, kusur ve hümanizm gibi evrensel ilkelere dayalı olarak, insan onurunu, bireyin hak ve özgürlüklerini korumak, suçluyu sosyalleştirip tekrar topluma kazandırmak ve aynı zamanda bireyi ve toplumu suça karşı korumak olan çağdaş ceza hukukunun ifadesini oluşturan ceza kanunu ile toplumsal ihtiyaçlara cevap vermeye çalışan kanun koyucu, yakınlarını kaybeden faillerin ailevi olarak yaşadıkları ızdıraba TCK'nın 22/6 maddesiyle seyirci kalmayarak somut olayın özelliğine göre anılan maddedeki koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğini mahkemenin takdirine bırakmasına karşın, içtihat yoluyla belirtilen maddeye kesin sınırlar çizilmesinin kanun koyucunun iradesine aykırı olacağı gibi ceza hukukunun en temel ilkelerinden olan kanunilik ve hakkaniyet ilkelerine de aykırı olacağı açıktır.

T.C.K'nın 82/d, 86/3-a, 102/3-c, 109/3-e Maddelerinde sırasıyla kasten adam öldürme, adam yaralama, cinsel saldırı, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarında; cezayı artırıcı nitelikle hallerin hangi akrabalara karşı işlenen eylemlerde uygulanacağı ve yine aynı şekilde TCK'nın 167 maddesinde; yağma ve nitelikli yağma hariç 10 bölümde yer alan suçların belli derecede yakınlara karşı işlenmesi hali şahsi cezasızlık veya indirim nedeni olarak kabul edilirken, madde hükümlerinden hangi akrabaların yararlanacağı; hiç bir şekilde yoruma bağlı olmaksızın net bir şekilde belirleyen kanun koyucunun, TCK'nın 22/6 maddesi kapsamına hangi akrabaların gireceğini belirtmeyi unutmasından söz edilmesinin, çağdaş anayasaların temel kurallarından birisi olan kanun koyucunun abesle iştigal etmeyeceği kuralına aykırı olacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır.

Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğunun TCK'nın 22/6 maddesindeki 'münhasıran' kelimesine istinaden sanıktan farklı kişilerin mağdur olduğundan bahisle anılan maddenin uygulanmaması gerektiği yönündeki görüşüne iştirak etmek mümkün değildir. Zira herhangi bir olayda; kişinin kanunen en yakın akrabası olarak sayılan kendi çocuğunu kaybetmesi halinde dahi bundan aileye mensup olmayan başka kişilerinde mağdur olacağı tartışmayı gerektirmeyecek kadar açıktır. Örneğin kişinin olayda kaybettiği çocuğunun henüz aileye dahil olmayan sözlüsü yada nişanlısı ile onların ailelerinin üzüntü duymayacağını söylemek mümkün olabilir mi?. Yine kardeşini kaybeden sanık ile birlikte kardeşinin eşi ile ailesinin üzülmemesi mümkün olabilir mi?. Dolayısıyla münhasıran kelimesinin anlamı, tek kişinin üzüntüsüne indirgendiği takdirde; maddenin uygulama alanı çok daraltılacak ve belkide uygulanma olanağı çok istisnai durumlar dışında (örneğin vefat eden kişinin sanıktan başka hiç bir yakının olmaması gibi) imkansız hale gelecektir.

Zira gerek Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin gerekse Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğun anılan maddenin uygulanabileceğini tereddütsüzce kabul ettiği anne, baba, çocuk ve kardeşlerden birisinin kaybedilmesi halinde de; sanıktan başka aynı aileye yada sıhri hısımlık sebebiyle farklı ailelere mensup kişilerin üzüntü duyacağı asla karşı koyulamayacak bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır. Bu durumda münhasıran kelimesini çok yakın akrabaların dışındaki yakınların kaybedilmesi halinde, sanıktan başkalarının da üzüldüğünden bahisle anılan maddenin uygulama alanı son derece sınırlayan Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesi ile Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğunun TCK'nın 22/6 maddesi kapsamında gördüğü sınırlı derecede yakınların kaybedilmesi halinde dahi yukarda ayrıntılı bir şekilde açıklandığı üzere aynı yada farklı aile mensuplarının üzüntüsünü görmezlikten gelmesinin çok büyük bir çelişki olacağı gibi böyle bir yorumun maddenin konuluş amacına ve ruhuna aykırı olacağı açıktır.

Yukarıdaki açıklamalar ışığında; somut olayımıza baktığımızda; olay sırasında kendi kızını, annesini, iki kardeşini, yeğenini, kardeşinin eşini ve halasını kaybeden sanığın TCK'nın 22/6 maddesinden yararlanıp yararlanamayacağı hususundaki sorunun 'Kanunsuz Suç ve Ceza Olmaz' kuralının sınırları içerisinde kalmak kaydıyla Ceza Hukukunun izin verdiği ölçüde yorum kuralları ile bağdaştırmak suretiyle çözümü gerekmektedir.

Suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 Sayılı TCK.nun 1 maddesiyle sonradan yürürlüğe giren 5237 Sayılı TCK.nun 2. maddesinde: Özet olarak 'Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez. Kanunda yazılı cezalardan başka bir ceza ile de kimse cezalandırılamaz' denilerek kanunilik ilkesi özelikle vurgulanmak istenmiştir.

'Kanunsuz suç ve ceza olmaz' kuralı Türk Ceza Hukukunda, Devlet ve Yargıç karşısında bireylerin 'Kamu Hakları'nın güvencesidir.

Öğretide değerini koruyan bu kural, Anayasamızın (...38) ilkeleri arasına girmiş ve 5237 Sayılı TCK.nun 2. Maddesinde de açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu hükmün 2. Maddede yer alması bile, kurala verilen önemi gösterir.

Kanunun 2 maddesindeki 'açıkça' kelimesi Türk Ceza Hukukunda 'kıyaslama'nın yasaklandığını gösterir.

Kanunsuz ceza olamayacağından, suçun cezasının belirlenmiş olması suçluların cezalandırılmasında şarttır.

Bir fiili suç saymak ve cezalandırmak yetkisinin yalnız kanuna tanınması bireylere özgürlüklerinin sınırı hakkında bilgi verir. Bireyin, nelerin ne kadar yasak olduğunu bilmeye hakkı vardır. Bu hakkını kullanan birey yasak olanı yapmaktan çekinmek, yasak olmayanı yaparken de korkusuz hareket etmek imkanını kazanır. Kanun Kuralına gerçek anlamını kanun koyucunun iradesi verir. Kanunun iradesi kanun koyucunun subjektif iradesi değildir. Yazılı formül içinde ifade edilmiş objektif irade, kanunun iradesini oluşturur. Kanunun iradesini gösteren formül zorunlu olarak genel ve soyut olacağından, kuralın önce içeriğini ve anlamını belirtmeden, iradenin somut olaylara uygulanmasına imkân yoktur. Pozitif hukuk, yorum faaliyetlerinin sınırını oluşturur.

Somut olayımızda; kendi kızının, annesinin, iki kardeşinin, kardeşinin eşinin, yeğeninin ve halasının ölümlerine sebebiyet verdiği için çok büyük bir üzüntü yaşadığı dosya içeriğinden açıkça anlaşılan sanığa, verilecek hiç bir cezanın, kendi vicdanının vereceği cezadan daha fazla bir etki göstermesi beklenemez. Ölenlerin diğer yakınları ile akrabalık sebebiyle sık sık bir araya gelmesi kuvvetle muhtemel olan sanığın zaman içerisinde bu acıyı unutması da kolay olmayacaktır. Taraflar arasındaki akrabalık ilişkisinin her zaman akrabalık derecesi ile orantılı olmadığı toplumda bilinen bir gerçek olmasına karşın, anılan maddenin uygulanmasını belli derecede yakınlara indirgemenin hakkaniyet ilkesine de aykırı olacağı kaçınılmaz bir gerçek olarak karşımıza çıkacaktır. 5237 Sayılı TCK'nın 22/6 maddesindeki düzenlemeden önce, yakınlarını kaybeden aile bireylerinin, yine akrabalık derecesine bağlı olmaksızın yakınlık duydukları failleri sorumluluktan kurtarmak için yoğun çaba sarf ettiklerine dair örneklere az rastlanmamıştır.

TCK'nın 22/6 maddesi bu anlamda toplumsal ihtiyaçtan doğmuştur. Kanun koyucu mükemmel bir düzenleme ile adalete ulaşabilmek için bütün kapıları açabilecek anahtarı tarafları ve üzüntülerini bizzat gören mahkemeye vermesine ve bunun denetlenmesini de temyiz yada istinaf mercilerine bırakmasına rağmen, gerek Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesi, gerekse Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu bir anlamda kanun koyucunun yerine geçerek anılan maddenin uygulanmasını belli derecede yakınlara indirgemek suretiyle kanunilik ilkesine aykırı davrandığı gibi gerek somut olayımızda gerekse benzer olaylarda adalete ve hakkaniyete aykırı sonuçların ortaya çıkmasına neden olacak uygulamaların önünü açmıştır. Oysa, tarafların durumunu yargılama aşamasında gözetleyen yerel mahkemenin, tarafların olaydan sonraki davranışlarını, olayın sonuçlanmasından sonra, sanığın yaşadığı sürece ölenlerin yakınlarının üzüntülerini ve sevinçlerini paylaşıp paylaşmayacağını, şikayetçi olup olmadığını, taraflar arasındaki irtibatın devam edip etmediğini gözeterek buna göre anılan maddenin uygulanıp uygulanmayacağını değerlendirmesi ve bu değerlendirmenin isabetli olup olmadığının istinaf yada temyiz mahkemesi tarafından denetlenmesi mümkün iken, anılan maddenin uygulanıp uygulanmamasını, kanun koyucunun haklı olarak ana hatlarını belirlemek suretiyle özelikle sınırlarını çizmeyerek somut olayın özelliğine göre mahkemenin takdirine bıraktığı uyuşmazlığa konu maddedeki şahsi cezasızlık veya indirim nedenini belli akrabalık derecesine indirgemenin maddenin düzenlenme amacına aykırı olacağı gibi gerekli faydayı da sağlayamayacağı açıktır.

Yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, yerel mahkemece sanık hakkında, uygulama koşulları oluşan TCK'nın 22/6 maddesinin uygulanmasına karşın, anılan maddenin uygulanmaması gerektiğinden bahisle yerel mahkemece verilen mahkumiyet hükmünün bozulması yönündeki Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin 2 numaralı bozma nedeninin kaldırılması gerekirken, TCK'nın 22/6 maddesinin uygulanmaması yönündeki Yargıtay Yüksek 12. Ceza Dairesinin bozma nedeninin doğru olduğundan bahisle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine dair Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğunun görüşüne iştirak edilmemiştir" görüşüyle,

Diğer beş Ceza Genel Kurulu Üyesi de; benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlarıdır.

Birinci uyuşmazlık konusunun değerlendirilmesi sonucunda, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının TCK'nun 22. maddesinin 3. fıkrasının uygulanması gerektiğine dair itiraz nedeninin kanunun öngördüğü 30 günlük süre içinde yapılmadığından reddine karar verilmesi karşısında; sanığın eylemini taksirle mi yoksa bilinçli taksirle mi gerçekleştirdiği ve sanığın eylemini bilinçli taksirle gerçekleştirdiği sonucuna ulaşılırsa; sanığa ek savunma hakkı verilmeden TCK'nun 22. maddesinin 3. fıkrasının uygulanmasının 5271 Sayılı CMK'nun 226. maddesine aykırılık oluşturup oluşturmadığına dair uyuşmazlık konuları bu aşamada değerlendirilmemiştir.

SONUÇ : Açıklanan nedenlerle;

1-) Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının; TCK'nun 22. maddesinin 3. fıkrasının uygulanması gerektiğine dair itiraz nedeninin süre yönünden, kızı, annesi, iki kardeşi ile yeğeni, kardeşinin eşi ve halasının ölümüne neden olan sanık hakkında 5237 Sayılı TCK'nun 22. maddesinin 6. fıkrasının uygulanma şartlarının bulunduğuna dair itirazının Özel Daire bozma kararı isabetli olduğundan REDDİNE,

2-) Dosyanın bozma nedenleri uyarınca işlem yapılmak için mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.07.2018 tarihinde yapılan müzakerede her iki uyuşmazlık bakımından oy çokluğuyla karar verildi.

 

Bilgi almak için
bizimle iletişime
geçebilirsiniz.