Nişan, evlenme vaadiyle kurulan bir ilişkidir ve taraflardan biri tarafından haklı sebep olsa da olmasa da bozulabilir. Ancak evlenmeyle bozulan nişanın dışında, bazı durumlarda taraflar arasında kusur oranına göre maddi ve manevi tazminat talep edilebilir. Nişanın bozulduğunu kabul edebilmek için öncelikle nişanlılık ilişkisinin uygun şekil şartlarla kurulduğunun tespit edilmesi gerekmektedir. Örneğin; zaten evli olan bir kişi nişanlanmışsa, taraflardan birinin veya ikisinin ehliyet eksikliği varsa, nişanlanma hali emredici hükümlere ve ahlaka aykırıysa burada nişanlanma ilişkisinin kurulduğundan söz edilemez. Başka bir deyişle, nişanlanma ilişkisi hükümsüzdür.
Türk Medeni Kanunu (“TMK”) m.121, “Nişanın bozulması yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusurlu olan diğer taraftan manevî tazminat olarak uygun miktarda bir para ödenmesini isteyebilir.” diyerek manevi tazminatın sınırlarını belirtmektedir. Bu durumda, nişanın bozulması sonucunda kişi küçük düşürülmüş ve karşı tarafa göre daha az kusurluysa veya hiç kusuru yoksa manevi tazminat isteme hakkına sahip olur. Manevi tazminat hakkına sahip olan kişi, bu tazminat sonucu sadece bir miktar para alabilir ve mahkeme para hariç kınama gibi başka bir tazminat türü hakkında hüküm kuramaz.
Manevi tazminat isteme hakkı; kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hak olduğundan, ana baba ve onlar gibi davranan kişilerin TMK m.21 kapsamında manevi tazminat istemeye hakkı yoktur. Ancak ana, baba ve onlar gibi davranan kimseler, gerekli şartlar sağlandığı takdirde ilgili kanunların manevi tazminat hükümlerine göre, nişanı bozan kusurlu taraftan manevi tazminat isteyebilir.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 13.10.2008 T., 2008/10899 E., 2008/ 16590 K.;
“… Manevi tazminat istenebilmesi için nişanı bozan tarafın ağır kusurlu olması zorunlu değildir. Tazminat isteyen tarafın kişilik haklarına saldırıda bulunulmuş olması yeterlidir. Somut olayda; yanların evlenmek amacıyla nişanlandıkları, bir süre devam eden nişanlılık süreci içerisinde inançları gereğince kendi istek ve arzularıyla dini nikah yaptırdıkları dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Bu durumda resmi nikahın gerçekleşeceği hususunda davacı da geri dönülmez bir inancın oluştuğu ve bu inanç sonucu yaşadığı beraberlikten hamile kaldığı açıktır. İlişkinin bu boyuta varması da sırf davacının değil, her iki tarafında isteği sonucunda gerçekleşmiştir. Ancak, ilişkinin yaşanan bu boyutuna rağmen basit bir tartışma bahane edilerek nişan davalı tarafından haksız olarak bozulmuştur. Davalının annesinden kaynaklanan tartışmanın büyütülerek hamile bir nişanlının ortada bırakılmış olması onun şeref ve namus duygularını yaralayacağı gibi çevresine karşı da küçük düşürecektir. Kaldı ki davacı da yaşadığı üzüntü nedeniyle bebeğini kaybetmiş, tıp fakültesinde okurken sınıfta kalmış, yaşadığı şehri ve okulunu değiştirmek zorunda kalmıştır. O halde; yaşanan tartışma sonucunda davacının davalı tarafında hırpalanarak yurduna bırakıldığı, ertesi gün de özel eşyalarının yurda gönderilmek suretiyle nişanın davalı tarafından haksız olarak bozulduğu, resmi nikahın yapılacağı inancı ile nişanlısından hamile kalan davacının bu şekilde terk edilmesinin de onun namus ve şeref duygularını zedeleyeceği gözetilerek, tarafların sosyal ve ekonomik durumları ile olayın özelliğine göre uygun bir miktar tazminata hükmedilmesi gerekirken aksine düşüncelerle davanın tümden reddi doğru olmayıp, bozma gerektirmiştir…''
Geçmez Hukuk Bürosu