Son yıllarda evlatların anne ve babalarına karşı olumsuz tavırları artmış durumda. Bu durumun önüne geçmek ve aile içi ilişkileri korumak amacıyla hukuk düzeni tarafından "mirasçılıktan çıkarma" müessesesi hayata geçirilmiştir. Bu halk arasında genellikle "evlatlıktan red" olarak bilinmektedir.
Mirasçının mirastan çıkarılması, miras bırakan tarafından gerçekleştirilir. Miras bırakan, saklı paylı mirasçısını mirasından mahrum etme hakkına sahiptir. Ancak saklı payı olmayan bir mirasçının mirastan çıkarılması söz konusu değildir. Saklı payı bulunmayan mirasçılar için miras bırakan, miras payları konusunda serbestçe tasarruf edebilir ve bir başka mirasçıyı atayabilir. Bu sebeplerle mirastan çıkarma müessesesi genellikle altsoylar ve eşler için kullanılır.
Mirasbırakanın mirastan çıkarılabilmesi için, mirasçının mirasbırakana veya yakınlarına karşı ciddi suçlar işlemesi veya aile hukukundan kaynaklanan görevlerini ihmal etmesi gerekir (Türk Borçlar Kanunu). Bahsedilen suç işlenmiş veya teşebbüs edilmiş olması, mirastan çıkarma için yeterlidir. Bu suçların Türk Ceza Kanunu'ndan kaynaklanması gerekmez. Önemli olan, suçun mirasçı ile mirasbırakan arasındaki aile bağlarını zedelemesidir. Bu kapsamda, mirasbırakanın ailesi gibi gördüğü kişiler de değerlendirilir.
Örneğin, anne babasını terk eden, hastalıklarında ilgilenmeyen, bayram ve özel günlerde iletişim kurmayan, kardeşine zarar veren evlatlar mirastan çıkarılabilir. Mirastan çıkarma işlemi, mirasbırakanın sağlığında her zaman gerçekleştirilebilir ve mirasbırakanın akıl sağlığı ile tasarruf ehliyeti bulunmalıdır. Vazgeçme durumu da aynı şartlara tabidir, ancak mirasbırakanın sağlığında yapılabilir.
Mirastan çıkarılan kişi, mirasbırakanın terekesinden pay alamaz. Ancak, altsoy varsa saklı paylarını talep edebilir. Eğer mirastan çıkarılan kişinin altsoyu yoksa, eşi miras payından veya saklı paylardan yararlanamaz. Saklı pay, mirasbırakanın üzerinde tasarruf edemeyeceği orandır ve altsoyun saklı payı yasal miras hakkının yarısıdır.
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2010/553 E. 2010/2901 K. 18.02.2010
“Tasarrufta çıkarma sebebi gösterilmiştir. Yapılan soruşturma ve toplanan delillerden, davacının 03.10.1999 tarihinde yetmişdört (74) yaşındaki annesini dövdüğü ve hakaret ettiği, bu suçtan dolayı mahkum olduğu anlaşılmaktadır. Tasarrufta gösterilen çıkarma sebebinin varlığı davalılarca ispat edilmiştir. Bu durumda çıkarmaya ilişkin tasarrufun, sebebi hakkında açık bir yanılmaya dayandığı kabul edilemez. O halde davanın reddi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması doğru bulunmamıştır.
Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple (BOZULMASINA) 18.02.2010 gününde oybirliği ile karar verilmiştir.”
Kanunun; mirasçının, mirasbırakana ve ailesine karşı yükümlü olduğu aile hukuku görevlerini büyük ve kusurlu davranışla yerine getirmemesi ifadesinden; mirasçının, sadakat, yardım, bağlılık, çocuklara özen gösterme görevini yapmaması, ana baba ve çocukların karşılıklı sevgi, saygı şefkat bağları, yoksulluğa ve zarurete düşmede yardım yükümlülüğü, nafaka borcu, aile birlik ve huzurunu bozan davranışlarda bulunmama anlamı çıkmaktadır. Yargıtay uygulamaları da buna koşutluk göstermektedir.
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2019/5571 E. 2021/471 K. T. 26.1.2021
“Mirasbırakanın, vasiyetnameler ile kendisi ile annesinin rızası dışında evi terk ettiği, dönmesi için haber gönderilmesine rağmen gelmediği, tanımadıkları birisi ile kendisine ve annesine haber vermeden evlendiği, ağır hastalığa yakalanmasına ve haber gönderilmesine rağmen bakmayacağını, ilgilenmeyeceğini, eve gelmeyeceğini bildirdiği; bayramlarda ve diğer önemli günlerde yıllar boyu eve uğramadığı, telefonla aramadığı; boşandığı eşi ile birlikte nikahsız olarak yaşadığı, son dönemde yapılan rica ve minnetler ile zoraki eve geldiği ancak ilgilenmediği yabancı biri gibi davrandığı; “yatacak mezar yeri var mı bu adamın” dediği; kiracılara özel hayatları ve geçmiş ile ilgili birtakım şeyler anlattığı, anne ve babasının kötü insanlar olduğunu söylediği, bu sebeple davacının ailevi görevlerini ağır bir şekilde ihlal ettiği gerekçesiyle çıkardığı görülmektedir.
Bu durumda, vasiyetnamelerde açıklandığı üzere, davacının çıkarılma sebeplerini varlığının ispatı, çıkarmadan yararlanan davalı mirasçıya (anneye) düşmektedir. Davalı anne, vasiyetnamede belirtilen ıskat sebeplerini ispat etmek için tanık dinletmiştir. Davalı tanıklarının, murisi uzun zamandır tanıdıklarını özel günlerde yanlarında olduklarını ancak davacıyı hiç yanlarında görmediklerini…
Bu durumda bölge adliye mahkemesince, dinlenen tanık beyanlarına göre, dava konusu vasiyetnameler ile mirasbırakanın davacı kızını mirastan çıkarma sebebi olarak ileri sürdüğü vakaların mirasçılıktan çıkarma sebebi sayılabilecek nitelik ve nicelikte bulunduğu, kısaca davacının anne ve babası olan mirasbırakana karşı mükellef olduğu aile hukukundan doğan yükümlülüklerini büyük ve kusurlu davranışlarla yerine getirmediği gözetilerek karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması, usul ve yasaya aykırı olup, BOZMAYI gerektirmiştir.”
Yargıtay 3. Hukuk Dairesi, 2013/15823 E. 2014/2876 K. T. 25.2.2014
“Mirasbırakan vasiyetnamesinde mirasçılıktan çıkarma sebeplerini göstermiştir. Davalılar gösterilen sebebin doğruluğunu kanıtlayamamışlardır. Bu durumda Türk Medeni Kanununun 512/3. maddesi uyarınca mirastan ıskatın mirasbırakanın tasarruf nisabı oranında geçerli olacağı başka bir ifade ile davacıların saklı paylarını isteyebileceği ve davaya tenkis davası olarak devam edileceği düşünülmeden vasiyetnamenin tümden iptaline karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Muris vasiyetnamesinde ıskat sebebini açıklamıştır. Davalı ıskat sebebinin doğruluğu yönünüde bir delil getirmediği gibi, ıskatın müteveffanın aşikar bir hatasından kaynaklandığını kabule elverişli bir delil de yoktur.”
Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, 2006/10380 E. 2006/10626 K. T. 3.7.2006
“Miras hakkından ıskatın geçerli olması için miras bırakan tarafından ıskat sebebinin gösterilmesi gerekmektedir. ıskat edilenin itirazı halinde gösterilen sebebin doğruluğunu isbat ıskattan yararlanana ait bulunmaktadır. sebep gösterilmemiş yahut isbat olunmamışsa miras bırakanın arzusu tasarruf nisabı miktarınca yerine getirilir. (743 S.K.m.459) Miraçının hissesi saklı payına indirilir. Iskatın iptali kademelidir. Öncelikle miras bırakanın apaçık yanılıp yanılmadığı araştırılır. Eğer bu hal yoksa davalı ıskat sebebini isbat edememişse davacının alacağının belirlenmesi için davaya tenkis davası gibi devam edilmesi gerekir. (743 S.K.m.502)
Miras bırakan vasiyetnamesinde ıskat sebebini açıklamıştır. Ancak gösterilen sebep mahkemece de kabul edildiği gibi ıskat gerektiren ağırlıkta bulunmamaktadır. (743 S.K.m.457) Açılan İzmir 8.Asliye Hukuk Mahkemesinin 2005/376 sayılı tenkis davasının da derdest olduğu anlaşılmaktadır. 743 Sayılı Medeni Kanunun 459/2. maddesi uyarınca iptalin tasarruf nisabı miktarında geçerli olacağı düşünülmeden yazılı şekilde tasarrufun tamamının iptal edilmesi usul ve yasaya aykırıdır.”
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi, aşağıdaki kararında bağıştan dönme ile ıskat ilişkisine değinmiştir.
Yargıtay 1. Hukuk Dairesi 2010/6713 E. 2010/7812 K. T. 01.07.2010
“Davacı, davalının kendisinin bakımıyla ilgilenmediğini, 2004 yılından beri huzurevinde kaldığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın, Borçlar Yasasının 244. maddesinde düzenlenen “bağıştan dönme” koşullarının oluşup oluşmadığı noktasında toplandığı kuşkusuzdur.
Yasa koyucu, aile görevlerinin yerine getirilmemesini, başlı başına bağıştan dönme nedeni saymamış, “önemli biçimde riayetsizliği” öngörmüş ve böylece mirastan iskat nedenlerini bağıştan dönme koşulunda da tekrarlamıştır. Borçlar Yasası’nın 244. maddesinin 2. bendi, Türk Medeni Kanunu’nun 510. (Eski M.Y. m. 457) maddesinin 2. bendinin özü ve kapsamı itibariyle bir tekrarıdır. Bu nedenle, bağıştan dönme koşulları ile mirastan iskat koşullarının bir arada incelenmesi zorunluluğu vardır. Basit olayları bağıştan dönme nedeni kabul etmek, bağıştan yararlanan kişiyi bağışlayanın baskısı altında tutmak sonucunu doğurur. Aksine bir düşünce, Borçlar Yasası’nın 244 ve Türk Medeni Kanunu’nun 510. maddesi hükümleri ile izlediği amaca aykırı olur, hak duygularını zedeler ve irade serbestisini de büyük ölçüde kısıtlamış olur. Bu nedenle, olayların nitelikleri, kapsamı ve özellikle önem dereceleri gözetilerek delillerin değerlendirilmesi gerekir.”
Geçmez Hukuk Bürosu